20 Aralık 2006 Çarşamba

Aralik favori sarkilar

Bu ay dinlediğim en güzel şarkılar

  1. This Is Not Real Love - George Michael Feat. Mutya-25
  2. İstanbul - Ayhan Sicimoğlu & Latin All Stars
    ( Ayşe Sicimoğlu 'nun sesi muhteşem!)
  3. King Of The Bongo - Robbie Williams
    (Manu Chao Cover)
  4. Afili Yalnızlık - Emre Aydın

14 Aralık 2006 Perşembe

DEV-E

Neden deve?

Ülkemizde habire şeyhler, peygamberler türüyor. Bunlara kör kör inanan insanlar var. Şeyhler müridlerinin kafalarına bıçak saplıyor, vücutlarına şiş sokuyor daha olmadı, karılarını kendi haremlerine katıyorlar, kendini peygamber ilan eden bir kadın, kocaları kendisine biat etmeyen kadınlara boşanmalarını emrediyor... Etrafta erkeklerin sakal görünümlerinde çoğalma, kadınların saç görünümlerinde azalma yaşanıyor. İnsanlar kendilerini kıllarını göstererek ya da saklayarak ifade ediyorlar... İslamı yaşamak adına kötüledikleri batıdan daha fazla ahlaki bozulma gösteriyorlar... THY uçaklarında Arapça anonslar (bence dualar) yapılıyor, kadın personellere kapı gösteriliyor ve en son sakallı müdürler apronda deve kesiyorlar... Ben buna DEVEDE KULAK derim...

Deve olması çok anlamlı bence, çünkü deve taşıma işinde faydalıydı zamanında, e uçaklar da şu an öyle. 1500 yıl öncenin devesi şimdinin uçağı, geçmişe gönderme var yani...Hem devekuşu ile akraba bi hayvan. Uçaklar kuşlar benzetmesine de bi yerden sarılınabilir hani... O kadar uyumlu bi iş yapmışlar ki dana kesseler, çok kızardım "Ne alaka!" diye ama deve tamamdır!!! Hem simgesel olarak da olayla örtüşüyor deve; hani deveye boynun neden eğri demişler, o da nerem doğru ki demiş. Hangi yaptıkları doğru ki bu da olsun?

Aslında ben müdürün görevden alınması yerine başka bi açıklama bekliyordum Başbakan'dan.
" Ananı al git" "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir"den sonra mesela "Kesmeseydik de beslese miydik?" gibi. Ki geçmişte benzerlerini duyduk. Bu konuda kendisine hak vermiyor değilim. Koskoca deve bi sürü koyunun güdüldüğü apron da? Olacak iş değil!!! Biliyorsunuz , güdebiliyorsanız koyunlar, siyasete katılım vizesi veriyorlar. Böyle değerli hayvanın yanında deve güdülür mü? İyi yaptılar bi güzel kesip yediler!

Bu deve bu hendeği atlayamadı...

13 Aralık 2006 Çarşamba

Sahibinden Pilates...




Kaç zamandır ne yana baksam herkes pilates yapıyor!!! Madonna'sından Ebru Şallı'sına kadar herkes!Öyle ki haftada en az iki kez yapmayanı dövüyorlar!..

Merak ettim nedir, ne değildir, araştırdım. Gündem dışı kalmak hiç istemem çünkü!

Alman Joseph Pilates tarafından "dünya premieri" 1930' larda yapılmış bu spor, 2000' li yıllarda patlama yaşadı. Pilates, çocukluğunda bir çok hastalık geçirmiş ve vücudunu yattığı yerden güçlendirecek, direncini arttıracak hareketler keşfetmiş. Daha sonra da spor yöntemi olarak bu hareketleri 1. Dünya Savaşı sırasında sakatlanan ve hareketsiz kalan askerlerin tedavisinde kullanmaya başlamış. Sırt ve bel kaslarını güçlendiren, vücutta tüm kasları çalıştıran, omurların arasını açarak 2 cm'e kadar boy uzaması sağlayan ve dik durmaya yardımcı olan bu sporu yapmaya karar verdim.

Önce spor salonlarını araştırdım. Ofise yakın bi tane buldum ve randevu alıp görüşmeye gittim. Bana önce bi dolu soru sordular, sonra salonu gezdirdiler. Herşey çok güzeldi fakat sadece pilates dersi almak mümkün değildi ve yıllık üye olmak gerekiyordu. Kendimi o kadar spor sevdalısı görmediğimden üye olmadım. Pilates rüyam böyle son bulmadı tabii ki. Omurlarımın arasını 2 cm açacaktım. PC karşısında dik oturmaya çalışıp, gardımın 5. dakikada düşmesine engel olacaktım. Dolayısı ile ben de Pilates cdsi hediye eden bir kadın dergisi aldım!!! Hem ekonomik hem de kolay ulaşılır bi yöntem. Ver 5 lirayı, istediğin an evinde pilates yap... Daha ne isterim!

İlk fırsat bulduğumda şunu bi deneyeyim dedim. Jimnastik minderini tv'nin karşısına yerleştirdim. Cdyi çalıştırdım. Her bedava cd kaydında olduğu gibi kalite berbattı! Çeviriler sonradan geliyor, hareketler karışıyordu, üstelik seslendiren kişinin sesi o kadar monotondu ki mindere yatıp uyuyasım geldi! Sonunda minderde yatmak zorunda kaldım gerçi, ama kesinlikle uykudan değil! Cd'nin başında bu spora başlamadan önce doktorunuza danışın diyordu, doktora danışmak komik geldiği için bi deneyeyim dedim ve gayet iyi gitti. İkinci bölümde eğer vücudunuz yeterince esnek değilse burdan sonra devam etmeyin diyordu ama basit görünen bi hareketti ve yapayım dememle mindere serilmem bir oldu! Başkalarını sakatlıktan kurtaran veya iyileşmelerine yarayan spor beni hareketsiz ve yerde bıraktı. Bacağımdaki acının geçmesi sanırım 10 dakika sürdü... Hintli pilates uzmanının anlattığı gibi bacaklarımı dümdüz uzatmışken burnumu dizlerime değdirecek kadar esnek olmak sanırım benim için bi hayal! En iyisi bisikletime ve tenis egzersizlerime geri dönmek. En kötüsü raketle kendi kafama vururum ki bu daha düşük bi ihtimal!
Pilates cdmi satmaya karar verdim, çok temiz hiç kullanılmamış, bi deneme sürüşü yapılmış, sahibinden...


12 Aralık 2006 Salı

Kader diyemezsin sen kendin ettin...

Kaderci Türk filmlerinin en kaderci olmayan şarkısını çok seviyorum.
Geçenlerde canım arkadaşım, Milano kaşifi editörüm Pınar "Sence kader diye bişey var mı?" dedi...
Bence Tanrı insanların iki önemli tarihini belirliyor. Doğum ve ölüm tarihini. Doğacaksak doğuyoruz, öleceksek ölüyoruz. Aradaki boşluğu nasıl doldurduğumuzu bizim seçimlerimiz belirliyor.

Kendi hayatlarımızda, labirente konan deney fareleri gibiyiz hepimiz. Yolun sonunda ne olduğunu bilmeden içgüdülerimizle veya mantığımız dediğimiz yorumlarımızla çeşitli yollar seçiyoruz. Ama asla yol sırasında ve yolun sonunda ne ile karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Bazen çıkmaz sokaklardan geri dönüyoruz, bazen giden yollar bizi peynire götürüyor.

Ama eğer labirente girmezsek peynire kavuşma şansımızın hiç olmadığını biliyoruz...

Bir berber bir berbere bre berber beri gel diye bar bar bağırmış.

Cumartesi günü berber günüydü. Arkadaşım, (ölümüne kankayız!!!) Yeşim'le beraber saçlarımı çok beğendiği için benim kuaförüme gittik. Kuaförden o kadar sıkılıyorum ki en son mayıs ayında gitmişim. O zamandan beri gitmediğim için herkes gelip, kafama şöyle tepeden bi baktı, saçıma başka bir yerde bir işlem yaptırıp yaptırmadığımı öğrenmek için... Kuaförler bu konuda çok hassaslar. Eğer başka birine kesim, boya veya herhangi kalıcı bir işlem yaptırırsanız kendilerini aldatılmış hissediyorlar. Nazmi Akbacı'daki Zeytin&Limon'un limonu bir keresinde "Kafamın tapusunu size mi verdim?" demişti, neden kendilerine tekrar boya yaptırmadığını soran kuaföre... Evet, bi yere kalıcı işlem yaptırdınızsa oraya sadece fön gibi geçici işlemler yaptırmaya gidemezsiniz, başka bi berber bulmalısınız. Gelin görün ki ben de kafamın tapusunu kaptırmışım!
Saçımı yapan kişi gelip "N'aptın bişey yaptırdın mı? dedi.
-Belli olmuyor mu yaptırmadığım diye gülümseyerek dipleri çıkan saçlarımı gösterdim...
-Evet, korkunç bişey olmuş, ne olmuş böyle saçların!..
Bu daha bişey değil, Yeşim'in kaşlarını da boyamak için "Diyarbakır'da kalmadı böyle kara kaş, boyayalım bunları" dedi!
İlk zamanlar çok bozulduğum bi durumdu berberlerin bu açıksözlülüğü. Sonradan durumu çözdüm. Kuaförlerin hepsi genelde saçlarınızı kötü bulurlar bir tek durum hariç... O da saçlarınızı yapıp sizi kapıdan yollarkendir. O an dünyada en güzel insanmışsınız gibi davranırlar.
Bu yüzden kadınlar kendilerini iyi hissetmek için kuaföre giderler. Bir günlüğüne de olsa o gün "star" sınızdır, herkes sizinle ilgilenir, gelen giden hatırınızı sorar, hatta çırağı yollayıp simit aldırır, çay içersiniz bol bol.

Yılbaşı


5 Aralık 2006 Salı

To be lost, or not to...


Sonunda Lost seyircileri arasındaki yerimi aldığımı gururla bildiriyorum. Hani sevenlerinin dediği gibi Lost'u izledim hayatım değişti diyemeyeceğim. Doğrusu benim için Lost'tan öncesi Lost'tan sonrası LÖ-LS gibi bişey oluşmadı ama insanın aklında yer ettiği de muhakkak.

Cumartesi akşamı 1 cd enjekte ettim bünyeye, bana mısın demedi. Göz kepenklerim "mesai bitti kapatıyoruz" demeseydi 2. cd yi de izlemeye niyetliydim. Sonra pazar günü bi episode kahvaltı sonrası bi episode yatmadan evvel aldım. Ve fakat aradaki tüm vakitleri "Jack'le Kate napıyor acaba adada? " diye düşünmeden geçiremedim.

Lost sevenlere selamlar...
http://www.imdb.com/title/tt0411008/

1 Aralık 2006 Cuma

Tarkan fenomeni…


Eski yazı 11.08.2006



Tarkan’ın ilk çıktığı zamanı hatırlıyorum o zamanlar ben lise ikiye gidiyordum sanırım ya da lise son, yani bundan 10-11 sene öncesi. Bir arkadaşım beni arkadaşları ile tanıştırırken “bu bilmem kim bu bilmem kim, bu da arkadaşım Burcu“ dedi ve ekledi “Tarkanseverdir” . O zamanlar öyle bir ayrım vardı Tarkan’ı sevenler ve sevmeyenler. Sevmeyenler bizim çevremizde çoğunluktu, ergenlere ait bir ukalalıkla burun kıvırıyorlardı, basit buluyorlardı. Ben gülümseyerek ve gururla “evet “ demiştim. Bakıyorum o zamandan beri Tarkan’ı kaç kez tu kaka yapmışlar. Her albümde yerden yere vurmalar sonra göklere çıkarmalar yaşadı Tarkan. Bir sinüs dalgasına tutulmuşçasına bir battı bir çıktı…

Geçen hafta Tarkan gerçek star olduğunu bir kez daha kanıtladı. Tarkan seni bitireceğiz diyen tüm medyaya nanik yaptı resmen. Aylardır bir karalama kampanyası gidiyor, yok şarkıları güzel değil, ingilizcesi berbat, yok 10 yılda çıkara çıkara böyle bir albüm mü çıkardı, Tarkan’ın yeni albümü fos çıktı vs. vs. devam etti linç girişimi. Ben de hem meraktan hem de inadına hemen gidip aldım albümü. Dinlediğim kadarı ile o kadar kötü bir albüm değildi. Biraz George Michael havası vardı ki bu da sevenler için leziz bir taddı. Gene de beklenen ilgiyi görmediği doğru albümün. Fakat kimin albümü mp3 çıkalı tavan yapıyorki? Tam bu sıralarda bazı gazetecilerle Tarkan’ın polemiklerine şahit oldum ve dedim ki bu iş pek iyiye gitmiyor taa ki geçen haftaki konserlere kadar.

Herkes el birliği etmişçe Tarkan’ı piyasadan silmeyi hedeflemişken o verdiği Açıkhava konserlerinde hayranları ile buluştu ve bunun çok kolay olmadığını, en azından halka bunu kolay kolay empoze edemediklerini gösterdi. Konser sonrası her isteyene , küpesinden, kolundaki bileklikten, üstündeki tişörte kadar çıkarıp vermesi sevimli içtenliğinin bir göstergesiydi. Ve o starlara ait ışıkla bir ilki yaptı. Birkaç parça eşyasını, mesela şapkasını, kravatını, taş çatlasın ceketini kalabalığa atan çıkmıştı da nerdeyse tamamen çıplak kalana kadar soyunup her şeyini hayranlarına dağıtanı görülmemişti! Ve bunu yaparken ki mutluluğu çok başkaydı. Sanki feda olsun der gibiydi. Sanki çok sevdiği bir akrabasına, kardeşine, arkadaşına beğendiği bir şeyi veriyordu al senin olsun diyordu.

Son konserinin olduğu gece Tarkan’a komşu olan ağabeyime gitmiştim. Bilseydim bonkörlüğünün üstünde olduğunu kapısının önünde bekler ben de arabasını isterdim! Böyle zamanlar her zaman yakalanmıyor. Araba olmazsa ne bileyim motoru varsa onu isterdim… Ama bu sene kaçırdım bu fırsatı, artık seneye evinin önüne kamp mı kurarım, gelin arabalarının önünü kesen çocuklar gibi arabasının önüne mi atlarım bilmiyorum, yapacağım bir şeyler, en azından saatini filan alırım herhalde, seneye görürsünüz!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...