26 Aralık 2008 Cuma

Yıllandıkça...

Bir yılı daha geride bırakırken;


Elektronik aletleri çözme yeteneği azalırken, insanları çözme yeteneği artıyormuş... :)



Müziksiz, tvsiz ve internetsiz yaşanabileceğini anlamışken, özellikle müziksiz geçiremediğim zamanları anarak, insan keşke daha erken içsesini dinlemeye başlayabilse... Bunun en kestirme yol olduğunu bilse...



Kendini tanımak, en çok kötü yönlerini tanıdığında gerçekleşiyormuş. Aslında insanın kendini sevmesinin de "kötü" yönlerini anlaması ve sevmesi ile başladığını kavramak gerekiyormuş. Boşuna gençlere "kendini sev" demesinler. İnsan sevilmeyecek yönü olduğuna inanmalı ki o yönünü sadece o sevsin... Hatta kendini kendine savunsun... Sadece suçlamasın... Kötü olabilmek de bir cesaret işidir.


Adalet isteme merakından vazgeçip, kaybeden olmayı da bilmeli. Belki kaybederken kazanılacağını öğreniriz. Tabi baştan bu planla yola çıkanlar hariç...


Yeni yılın umut, huzur ve sağlıkla geçmesi dileği ile... :)





22 Ekim 2008 Çarşamba

Altın portelek...


Her sene aynı şey yabancı ünlülerden kim geldi kim gitti... Ödülleri kim aldı?


Altın Portakal'a bakınca görebildiğim tek şey kocaman bir kompleks. Türk olma kompleksi. Evin sakar, beceriksiz evladı gibi. Üstelik de bu çocuğu en çok eleştiren, ailenin diğer fertleri olsun. Sağlıklı olma ihtimali nedir bu çocuğun, herkesi bir kenara atmadıkça? Çocuğa destek olup sıkıntılarını rahatlatmak yerine hep eleştiri, kinaye, suçlama. Sadece Altın Portakal'da değil de düzenlediğimiz herşeyde, kalkıştığımız her işte bu var.


Bu sene hamdolsun (!) portakallardan birini Nurgül Yeşilçay aldı. Yoksa bir de gene ödül alamama terörü yaşatacaktı bize. Sonradan söylediği sözlere de bayıldım. Hiçbirşey söylemese ve teşekkür edip ödülü alsa, herkes zoraki ödül verildiğini düşünecekti hatta daha kötüsü ifade edilecekti. Kıvrak manevra...


Bunun dışında siyasi eleştirilerin sadece burada yapılıyor olması da çok ilginç. Sinemacılar dışında kimse insan hakları, hak hukuk düşünmüyor mu ne? Herkes ekonomiye takık bkz. Tüsiad-Kriz uyarıları.


Naçizane tavsiyelerim:

Festivalin rengi turuncu olsun, trademark hesabı... Yerdeki halı turuncu (Orange Carpet) olabilir mesela. Perdeler gene öyle... Kimse turuncu gece elbisesi giymeyi sevmiyor zaten...

Ödül altın bir portakal olsun. Bu parlak fikir için kendimi kutluyorum... (O korkunç şamdanımsı şeyden daha ikonik olur diye düşünüyorum) Kristal Elma ödüllerinde kristal bir elma yerine meşale vermiyorlar değil mi...
Bir de jurinin daha çok insandan oluşması gerekiyor. Daha genel beğeniye göre ödül verilmesi daha doğru ve hakkaniyetli olurdu.

26 Eylül 2008 Cuma

şundan bundan


Geçen ağustos sonunda bir haftalık bir tatil yapma imkanı buldum. Niye şimdi yazıyorum? Çünkü ancak şimdi yazılabilecek demi almışlar... Araba ile çıktığımız bu yolculuk sırasında copilot olarak daha çok etrafı izleme şansım oldu. İlk önce hava muhalefeti sebebi ile İdo Yenikapı-Bandırma seferinin iptal olması sonucu yola Yenikapı-Yalova ile devam ettik. Aslında Bandırma seferini Mudanya'ya verebilirlerdi herkes de biletlerini değiştirirdi. Fakaat yapmadılar. Demir eksikliği diyorum başka bişey demiyorum...

Bende yazı okuma hastalığı olduğu için ne kadar tabela, afiş, plaka varsa okurum sonra da hatırlamam. Bu sefer bazıları aklımda kaldı, çünkü ilginçtiler! Önce Şirinevler'de "Çamurlu Çiğköfte" diye bir tabela gördüm , kim yemek ister acaba?

Sonra Yalova-Bursa arasında "Boksör Restaurant". Ne düşündü yazarken sahibi?

-Yoldan geçen boksörler aa şurada bi yemek yiyelim derler iyi para kazanırız?? Gelmişken bi kaç raund da atarız... Tavla gibi :)


En güzeli de şu Manisa-Akhisar arasında gördüğüm " Ceyranlı Oto Elektrik" ,

-Nerelisin hemşerim?

-Ben ceyranlıyım ya sen?

-Ben de topraklıyım...

Daha güzeli adam elektrikçi hem de ceyranlı daha ne olsun...


Sanırım Susurluk'a kadar, neredeyse İstanbul'daki kadar Starbucks gördüm inanamadım. Çok kahve seven bi insan olmamama (Oo mamma mia) rağmen (Türk kahvesi hariç) içim rahatladı. Ya dedim sabah sabah canım wayt çaklıt moka çekseydi ya da karamel makiyatto? Ne yapardım taşralarda?? Bu arada dün nan-fet latte diye bişey duydum en kısa zamanda denemeliyim... Diyet sanıyorum...


Tatil çok güzel geçti. Çupralar ve kefallerle yüzdüm. Balıklar ekmek yiyormuş bilmezdim, ben de balık- ekmek severim...Pınar'la Yağmur'u ve de köpeklerini göremedim karşı iskelede oldukları halde. Olsun deniz, güneş, kum ve mavi bayrak daha ne olsun...


Dönerken ki Bandırma hızlı feribot seferinin iptal olması o kadar yolun üstüne bizi çok zorladı, son dakika açılan bir yeri hemen telefonla satın aldım da Mudanya'dan dönebildik. Yoksa bir Starbucks'ta sabahlamak zorunda kalıcaktık. 23:55 Bandırma seferini iptal edip 23:30 Mudanya seferi yapılabiliyordu, ne havaymış ama muhalefeti hep Bandırma'ya. E o zaman aktarsana Bandırma yolcusunu da feribotuyla Mudanya'dan yola çıksın. Yok yok aynı demir eksikliği devam ediyor. Kırmızı et yiyin sayın idocular...




17 Temmuz 2008 Perşembe

Devinim!


Genel olarak eskiden beri kendi yaşam çizgim ile Türkiye'deki gelişmeler arasında bir bağlantı kurmuşumdur. Bir kader birliği gibi, ülkede ne oluyorsa topikal bir yansıması hayatımı da etkiliyor gibime geliyor. Belki de ben Akrep Türkiye Akrep ondan. Millet bir bir içerken ben barmene duble demişim gibi. Ama sanki şimdi bişeyler değişmeye başladı. Yalnız ve güzel ülkemin tatsız, keyifsiz günler geçirdiği şu günlerde, ben oldukça heyecanlı telaşlı zamanlar geçiriyorum. Çünküü yeni eve taşındım!!! Güvenlikli bir sitede yaşıyorum artık. Çok uzun süredir istediğim, hayalini kurduğum için çok mutluyum. Kısa denebilecek bir sürede dekorasyon işlerini canım babamın yoğun emekleri ve yaratıcı çözümleri eşliğinde bitirip, bol güneşli, resim yapabileceğim, yazı yazabileceğim bir terası olan, kutu gibi bi eve yerleştik. :))

Yeni ev, yeni bi hayat demek diye düşünüyordum, artık istediğim şeyleri yapabilecektim, kendime daha çok vakit ayıracaktım diye düşünürken, eşyaları yerine yerleştirmeye başlayınca aslında eşyalara sinen yaşam hafızalarının da onlarla beraber geldiğini farkettim. Bir anda hepsini değiştirmek istedim ama bu mümkün değildi. Mümkün olana kadar da değiştirebildiklerime yaşam tarzımın hafızasının bulaşacağını düşündüm, dolayısı ile sonra yenileneceklere de bu geçecekti. Bu düşünceler arasında gidip gelirken farkettim ki aslında bu bir kaçış. Olmak istediğimiz insanla olduğumuz insan arasında bir hayal dünyası var. Şu olursa bunu yapıcam, böyle olursa daha çok yazıcam gibi. Bu aslında olmak istediğimiz kişi olamama korkusunun sebep olduğu bir kaçış. Maneviyatı maddiyata bağlamak. Tabi ki bunların ayrı olduğunu iddia etmiyorum. Ama tamamıyle bağlamak doğru değil. Dönüşümü başlatmak için bir itici güç olduğunu kabul etmeli ama gerisi insanın çabasına kalıyor.
Bu noktada sevgili Hülya Yalım'ın okumama vesile olduğu, Kafka'nın Değişim'ini hatırlamadan geçemeyeceğim. Fiziksel olarak çok büyük bir değişim geçirdiği halde, ruhunda en ufak bir kıpırdanma yaratamayan Gregor'un yaşadıklarının beni niçin bu kadar etkilediğinin de bir kez daha sağlamasını yapmış bulunuyorum.


Yazarın nazarlık notu: Nazara inanıp inanmama konusunda kararsızım ama taşındıktan bi kaç gün sonra evi su bastı. Bu susuzlukta olacak şey miydi? Kadir Topbaş duymasın! Neyse dün çok yağdı da vicdanım rahatladı biraz. Bu da nazarlığı olsun diyelim... Son söz olarak nazar etme ne olur sabret senin de olur :))

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Korku almanağı


Kendimi bildim bileli ülke olarak yaşadığımız kriz ve korku durumları;
1980 darbe - sokağa çıkma korkusu
1984 pkk - askere gitme veya askerdeki yakınını bekleme korkusu
1986 Çernobil - radyasyonlu yiyecek korkusu.
1990 enflasyon canavarı
1994 devalüasyon - parayı TL'de tutma korkusu
1995 trafik canavarı - şehirlerarası seyahate çıkma korkusu
1997 Deli Dana - dana eti yeme korkusu
1999 büyük Marmara depremi - göçükte kalma korkusu
2000 batan bankalar - off shore korkusu
2001 mali kriz - işsiz kalma korkusu
2002 Şarbon salgını - mektubu burunla açma korkusu ( Eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş'a selamlar!)
2003 Hsbc Bank'a ve İngiltere Konsolosluğu'na bombalı saldırı - sokakta yürüme korkusu
2006 Kuş Gribi - tavuk eti yeme korkusu
2007 Kırım Kongo Kanamalı Ateşi - kısaca kene ve yeşil alanda bulunma korkusu.
2008 Şeriat korkusu - tesettüre girmeye zorlanma, hak ve özgürlüklerin kaybedileceği korkusu
Bu gerilim yaratan durumların bazıları bir kaç yılı etkilemesine rağmen, çoğunluğu mevcut halini devam ettiriyor, yenileri ekleniyor. Bir şekilde sürekli alarm durumundayız. Niye?
Yıllardır korkuya maruz kalıyoruz. Devamlı başımıza ne gelecek diye düşünüp duruyoruz. Bilgisayar oyunlarındaki kahramanlar gibi bombalardan, tehlikeli tuzaklardan, kapanlardan kaçmaya çalışıyoruz. Şöyle bi rahat yüzü göremedik.
Korkarım bu korkuların sonu gelmeyecek!..

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Popüler sözler...

Son zamanlarda bazı kelimelere ve cümlelere takılmış durumdayım. Bunlar belki ilk söylendiklerinde güzel, taze, orjinal ama söylendikçe anlamı bozulan, içi boşalan bomboş sözler.

Açılımda bulunmak. Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir.
Ezber bozmak. Kötü mü iyi mi şimdi bu, ezberleyene kadar canımız çıkmıştı.
Ilımlı İslam. İslam zaten hoşgörü dini değil miydi? Ne zaman değişti de bi de Ilımlı denmesi gerekti?
Şık durmadı... Şekilciliğin yeni bir dışavurumu .
e-Muhtıra. Bugün bana 5 e-muhtıra gelmiş, cevaplayamadım henüz.
Demokrasi. Herkes kendi amacına kullanmasın artık.
Söylem. Bi de bunun eylemi vardır bizde kız ismi dışında pek kullanılmaz.
Öyle ya da böyle. Farketmez demek ama her zaman farkeder.
Velev ki ! "Tut ki"nin eski dilde söylenmişi.
Populizm yapma! Tribunlere oynama kısaca.
Empati yap, karşıya geç. Ortada kuyu var yandan geç! Hülya ve Hafize’ye selam!
Yaraları sarmak! En çok rahatsız eden de bu. Bunu duyduğum her an anlarım ki; gene yardım amaçlı para veya vergi toplanacak ama bu paralar birileri tarafından iç edilecek.
Acı reçete. Kaçınn yeni vergi ve zam geliyor!

1 Mayıs 2008 Perşembe

Mayday!Mayday!

Bugün 1 Mayıs, Çalışanlar Günü. Sadece işçiler değil tüm çalışanların günü. Dünyada bugün çalışanların tatil yaptığı, konserlere gittiği, bayram olarak kutladığı bir gün. Labour Day veya May Day diye geçiyor. Bugün İstanbul'da olanlarsa insana mayday!mayday! dedirtti. (Meydey- m'aidez Fransızca imdat çağrısı.)

Aklıma bir kaç soru takıldı neden insanların üstüne kırmızı renkli su sıktılar? Orantılı (!) güç kullanınca vücudun vereceği reaksiyon belli olmasın diye mi? Bu güç doğru orantılı mıydı, ters orantılı mıydı?

Biliyorsunuz doğru orantıda bir taraftaki değer artarken diğer taraftaki değer de artar. Ters orantıda ise bir taraftaki değer artarken diğer taraftaki azalır. Ülkedeki gelir dağılımı gibi. İnsanlarımızın çoğunluğu fakirleşirken, azınlığın devamlı zenginleşmesi gibi.

28 Nisan 2008 Pazartesi

Daral geldi


Yazı yazasım yok uzun zamandır. Ben de fotoğraf çekeyim dedim. İşte ülkemin fotoğrafı...


Tuzla'da insanlar ölmeye devam ediyor. İşçiler mecburiyetten-masum...

İnsan sevgisi nedir bilmeyen dedeler, çocukları kullanıyor. Parasız kalmış analar buna göz yumuyor... Çocuklar savunmasız-masum...

Üç karılı adamlar ahlak dersi vermeye çalışıyor Ahlaksızlığa Giriş-1... Kadınlar dirençsiz-çaresiz- masum...

Pirinç gemileri açıkta bekliyor, akbabalar gibi... İnsanlar aç-masum...

Cahillikten kavrulan beyinler, evli insanları taklit ederken kardeşlerini hamile bırakıyor... Gençler bilinçsiz-cahil-masum...

Ensest ilişkilerden çocuklar doğuyor. Çocuklar günahsız-masum...

Bebeklere saldırıyorlar... Bebekler korunmasız-masum...

Hafızlar çocukları taciz ediyor... Çocuklar güvensiz-masum...

Gençleri cinayete azmettiriyorlar. Gençler karacahil-maşa-masum...


Halkı eğitmeyenler- suçlu

Aç bırakanlar- suçlu

Dini günahlarına alet edenler-suçlu

Bunlara izin verenler- suçlu

Hiç birşey yapmayanlar- suçlu

Susanlar- suçlu

En çok da güç sahibi olup gücünü hakkıyla kullanmayanlar-suçlu.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...