28 Şubat 2009 Cumartesi

Senci

Sonunda beklediğim haber geldi. Rihanna şiddet gördüğü sevgilisi ile barışmış. Dün yazacaktım vakit yokluğundan olmadı.
Bu olayı duyduğumdan beri sevgililerinden, kocalarından ya da ailelerinden şiddet görüp terkedemeyen, affeden kadınları düşünüyorum.
Ne kadar güzel ve genç olursa olsun, dünyanın en popüler ve sevilen seslerinden biri olursa olsun maddi olarak da hiç bir ihtiyacı olmasa da, sonuç herhangi bir kadının hissettiğinden farklı olmayabiliyor. Demek ki bunlar kadınların arkasına sığınmak istedikleri birer bahaneden ileri gitmiyormuş. Gerçek sebep başkaymış.
Sanki kadınlarda doğuştan suçluluk geni var. Yapılan harekete bir açıklama bulma, kendilerini suçlama ve karşıdakini affetme eğilimi. Sana zarar veren birini anlayabiliyorsun, anlamak istiyorsun?

Aklıma buna benzer bir kavram geliyor "Stockholm Sendromu". 1973 yılında bir banka soygunundan sonra ortaya çıkmış, rehinenin kendisini rehin alan soyguncuyu anlaması hatta ona yardımcı olması olarak açıklanıyor. Benzer birşey Hülya'nın şu sıra sitesinde tartışmaya açtığı "sencillik" konusunda var. İnsan kendisi olmaktan o kadar çıkıyor ve kendisini karşıdakinin yerine o kadar koyabiliyor ki artık bir gönüllü köleye dönüşüyor. Ne yapsa onu mazur görüyor ve bir açıklama buluyor. Çünkü aslında kendisi olmak, "ben" demek çok zor. Çok yalnız ve bu yalnızlık onları zaten öldürmüş durumda. Yaşamanın, hayatta varolabilmenin yolu efendinin kölesi, soyguncunun rehinesi, birinin karısı ya da sevgilisi olabilmekten geçiyor.

Yıllar önce buna benzer bir olay Noir Desir'in solisti Bertrand Cantat-Marie Trintignant arasında yaşanmış ve kadının ölümü ile son bulmuştu. Sebebin de kadının eski kocasından gelen bir mesaj olduğu ortaya çıkmıştı. Belki Marie Trintignant yaşasaydı o da bunu anlayışla (!) karşılayabilirdi. Kimbilir...

24 Şubat 2009 Salı

Yerli plaka


Artık istek liste yapmaya başladım :) İşte yeni sayılabilecek, güzel yerliler.

1-Candan Erçetin-Ben Kimim

2-Badem-Geceyedir Küsmelerim

3-Yüksek Sadakat-Aşk Durdukça

4-Gökhan Türkmen-Büyük İnsan

5-Yüksek Sadakat-Kadınım

6-Nil Karaibrahimgil-Seviyorum Sevmiyorum

18 Şubat 2009 Çarşamba

Yeni şarkılar


Son bir ayda çok güzel yeni şarkılar dinleme fırsatı buldum. Her zaman bu kadar çok, güzel şarkıya rastlamıyoruz. Birinci Slumdog Millionaire'in, ikinci Barcelona, Barcelona'nın film müziği.

1. Mia- Paper Planes

2. Giulia y los Tellarini- Barcelona

3. Ida Maria- Oh My God

4. One eskimO- Kandi

5. Bunların üstüne bir de sevgililer günü ve haftası sebebi ile bol bol çalınan Jason Mraz-Lucky var. Gayet hafif, romantik komedi müziği olabilecek bir şarkı.

Ama özellikle One eskimO'yu yakında çokça duymaya başlayacağımızı düşünüyorum.

12 Şubat 2009 Perşembe

Hayat..

Geçen hafta kaybettiğimiz bir akrabamız nedeni ile aile çoğunluğu bir araya geldik. Artık biz de düğün ve cenazelerde görüşen ailelerden olmuşuz. Tabi ki herkes ayrılırken görüşelim es geçmeyelim dedi. Ama öyle olmayacak şüphesiz...



Bir an gelir, tanıdıklar ölmeye başlayınca hayatının sonsuz olmadığını anlarsın demişlerdi. Gerçekten öyle oluyormuş. Yaşlılar ölüyor, çocuklar genç oluyor, bense hep genç kalacağımı sanıyordum. Hakikat insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor.



Tam yerine denk geldi manzara koyduk misali bu düşüncelerin üstüne Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'ni izledim. Fikir çok parlak: Yaşlı doğan bir bebek ve büyürken gençleşmeye başlıyor. Hayatı tersten yaşıyor ve bir insanın yaşamı boyunca karşılaşacağı olaylar onun hayatında da yaşanıyor. Fakat film güzel olmaktan uzak. İzlemeyi zorlaştıran bir sürü detay verilmiş.



Bir adamın hayatının tamamını anlatmaya çalışmanın yarattığı bir sıkıntı bu belki ama çok daha kısa ve çarpıcı olabilirdi. Hayatları belli bir dönem için çakışan Benjamin ve Daisy'nin farklı yaşlanma özellikleri yüzünden ayrılmaları gerekir bir nevi ayrı dünyaların insanıdırlar. Hikayenin, bu aşkın kadın kahramanının şimdiki zamanından takip edilmesi ise çok gereksiz yere filmi sıkça bölüyordu. Keşke Titanic'teki gibi geçişlerle bu anlatım olayını keyifli hale getirecek çözümler bulabilselerdi.



Sonuçta öleceği gözüyle bırakıldığı huzurevinde büyüyen ve aynı yerde ölen Benjamin'in tuhaf hikayesinin söylediği en önemli sözler "hayatta seni ne bekliyor bilemezsin" ve " herkes kendi yolculuğunda yalnızdır".

Bizim çok sıkça kullandığımız "Kısmet" de hikayeye ufak da olsa renk katmış... Sonuç olarak Brad Pitt ve Cate Blanchett'in oyunculukları çok çok iyi ve Babel'den sonra bir kez daha çok yakışıyorlar.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...