9 Kasım 2011 Çarşamba

Even The Rain - Yağmuru Bile


Icíar Bollaín'in yönetmenliğini yaptığı Yağmuru Bile, Bolivya'ya belgesel çekmek için giden bir film ekibinin başından geçenleri anlatıyor. Yönetmen Sebastian (G.G. Bernal) ve yapımcısı Costa (Luis Tosar) Bolivya'ya vardıklarında, Kristof Kolomb'un keşfettiği Cochabamba'da sömürgeciliğe ve köleliğe ilk karşı çıkan rahipler Bartolome de las Casas ve Antonio Montestinos'un hayatını çekip bir an önce ülkelerine dönmek isterler. Bütçeleri çok kısıtlı olduğu için Costa normalde ekipman yardımı ile yapması gereken işleri yerlilere yaptırır, figüranlara çok düşük ücretler öder ve bundan gururla arkadaşlarına bahseder.

Kızıyla beraber belgeselde rol alan Daniel, aynı zamanda bölgede su sıkıntısı yaşayan halka gösterilerde liderlik etmektedir. Daniel, bu gösterilerden birinde tutuklanınca Costa rüşvet karşılığında onu hapisten çıkartır ve bir miktar para vererek film bitene kadar olaylardan uzak durmasını ister. Film bitiminde tekrar hapse döneceği üzerine de hapishane müdürüne söz verir. Çekimler bitince Daniel kaçar ve gösterilerde yaralanan kızını kurtarmak için karısı gelip Costa'dan yardım ister. Filmin başında yerlilere karşı daha duyarlı olan Sebastian, yükselen gerilim yüzünden bölgeden ayrılıp başka bir yerde kalan çekimleri tamamlamak için ısrar ederken, başlarda duyarsız olan ve paradan başka bir şeyi önemsemeyen Costa, Daniel'in kızını kurtarmak için isyancı halk tarafından kapatılan ve polisle çatışmaların yaşandığı mahallelere gider. Eşzamanlı olarak anlatılan iki hikâye de aslında 500 yıl önce olanlar yine tekrarlanmaktadır. Bir zamanlar altın için sömürülen insanlar şimdi su için sömürülmektedir.

Daniel elinde megafon yaptığı bir konuşmada sorar:
-Bundan sonra neyi alacaklar? Nefesimizdeki buharı mı, alnımızdaki teri mi?

Filmin sonunda Daniel Costa'ya kızının hayatını kurtardığı için teşekkür ederken tekrar gelip gelmeyeceklerini sorar. Costa "Hayır" der. Artık emperyalizmin her çeşidi bölgeden çekilmelidir.

1 Kasım 2011 Salı

Yaz Kitapları 2011-1/ Şairin Romanı

Sevgili blog,

Seni çok uzun süredir ihmal ettiğimin farkındayım. Ha bugün, ha yarın derken yaz kitaplarını yazmaya ancak fırsat bulabildim. Bir karabatak olarak, abarttığımın farkındayım. İzleyici sayısına bakılırsa yokluğumda fazla kayıp olmamış hatta katılanlar olmuş, sağolsunlar deyip konuya geçelim.

Şairin Romanı


Hayat ve şiir üzerine bilgeliğin her satırda hissedildiği bir kitap Şairin Romanı. Aynı zamanda güzel sanatlarla uğraşmak isteyenler için neredeyse bir el kitabı, umutsuz anlarda, hayatla didişmenin yorgunluğunda şifa veren bir başucu kitabı... Kitabın birkaç kahramanı olmasına rağmen, ana izlek Gamenn isimli polisin şairleri öldüren bir seri katili yakalamaya çalışması üzerine kurulu. Usta şair Bendag'ın 50 yaşındayken terkedip 100 yaşında ölüme hazırlanmak için döndüğü Anakara'ya ayak basmasıyla başlayan hikâye, şiir filozofu Moottah'ın yirmi yıllık inzivadan sonra çırakları Zeey ve Tagan'la beraber çıktıkları gezide kazandıkları bilgiler ve birbirleri ile kesişen/teğet geçen yollarda ve zamanlarda şekilleniyor. Henüz dillerin farklılaşmadığı bir dönemde, Kızılderili doğa kültürünün, Selçuklu mimarisinin, Bertrand Russel’ın Aylaklığa Övgü’de bahsettiği komünal yaşam ile oluşmuş kentlerin, şiir okunan kahvehanelerin, rüya terbiyecilerinin, ruh sağaltıcılarının birbirinin içinde eridiği bir ütopya. Her ne kadar yazar kitabın bir distopya olduğunu söylese de, özellikle ilk üçte birlik kısmı ütopya olarak okunabilir. Bahsedilen "Yerküre" günümüz dünyası olmamasına rağmen, insanların başarı ve güç hırsı yüzünden bireysel cehennemlere dönüşmesine engel olunamayan bir dünya.

Romanın 15 yılda yazılması ve hayata/şiire/edebiyata dair deneyimlerin paylaşılma ihtiyacının ana hikâyeyi anlatmaktan zaman zaman öne geçmesi sonucu, roman merkezinin aktarımını 200. sayfaya kadar ertelenmesi okuma hızını olumsuz etkiliyor. Yine de sabırlı okurlar bu kitabı keyifle okuyacaklardır. Murathan Mungan "İyi romanlardan akılda en az üç sahne kalmalı" demişti İstanbul Modern'in bahçesinde. Benim aklımda kalanlarsa Moottah, Zeey ve Tagan'ın Haritacı Kaa'nın vücuduna dövme halinde çizdirdiği haritalardan yollarını bulmaya çalıştıkları sahne, Tagan'ın Güçler Dengesi Meydanı'ndaki uçurumun kenarında uçurtma uçurduğu sahne ile Gamenn'in marangozla karşılaştığı sahne.

Altını çizdiğim yüzlerce cümleden biri :
"Her insanın ömründe, kendinden önceki insanların anlamadıklarını anlamanın mutluluğu ve anlaşılmasını kendinden sonraki insanlara devredecekleri bilinmezliklerin kederi vardı. Biz her ne kadar öyle sansak da yaşam günün birinde birilerinin çıkıp tek tek çözeceği sırların bir toplamı değildi. Bütün sırları çözüldüğünde anlaşılıp kapağı kapatılacak okunmuş bir kitap değildi yaşam; yarım kalmış bilmeceleri, hiçbir zaman açıklığa kavuşmamış muammaları, çözülemeyen sırları ve olanca karmaşasıyla da yaşamdı."
Kitapla ilgili başka bir yazı için
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...