15 Mart 2012 Perşembe

Kalan'lar

Bugün Kalan'lar konulu bir kitap ve filmden bahsetmek istiyorum. İlki Leylâ Erbil'in "Kalan" isimli romanı. 2011 yılının en iyi 10 romanından birincisi seçilen Kalan, daha ilk sayfasında "Bu kitap hiçbir 'ödül'e katılmamıştır." ibaresiyle farklı bir yazarı okuduğumu hissettirmişti. Daha önce Leylâ Erbil okumadığımı belirterek kitaptan bahsedeyim biraz. Kitap üç bölümden oluşuyor. Önsözce, Birinci ve İkinci Bölüm. Baş karakter Lahzen İstanbul Fener'de büyümüş, çocukluğu ablası, annesi ve nefret ettiği annesinin sevgilisi ile geçmiş. Önsözce klasik önsözlerden farklı olarak yaklaşık 70 sayfa kadar şiirsel düz yazıdan oluşan Bizans ve Osmanlı'ya uzanan Anadolu tarihi ile kişisel anıların, felsefe, mitos ve din inancı ile ilgili düşüncelerin birbiri ile kaynaştığı, bilinç akışı tekniği ile yazılmış bir bölüm. 138 sayfa süren Birinci Bölüm'de ise daha çok aile, çocukluk anıları rehberliğinde Türkiye tarihini de içeren, daha sonra sürgün edilmiş Rum, Ermeni ve Yahudi dostlar, komşular, ilk aşk, devrim hayali, sanatçı ve kadın olarak birey olma zorlukları var. Bütün bunları anlatırken karakteri seçimleri için sorgulayan ve gerçeği araması/anlatması konusunda yönlendiren iç sesi de eşlik ediyor. Anlatımının karmaşıklığı ve ikincil bir sesin müdahalesi ile deliliğin kıyılarında dolaştırdığı karaktere İkinci Bölüm'de konulan "deli" teşhisinden bahsediyor ama okur olarak biz biliyoruz ki aslında normal olandır Lahzen. 20 sayfalık bu son bölümde ise iç ses yazıya hakim oluyor ve karakterin söylemek isteyip söyleyemediklerini ortaya koyarken bir türlü ayrılmayı başaramadığı kocası Sabit (onu da yine ayrılmayı başaramadığı toplumla özdeşleştiriyor) ve birlikte yaşamayı istediği sevgilisi Zeyyat ile konuşmalarını içeriyor. Yaşamının çaresizliğini kabullenmiş ama yine de hayal kurarak veda ediyor Lahzen okura.
Biçimden, kurallardan hem yaşarken hem yazarken hoşlanmadığı belli olan Leylâ Erbil bunu kurduğu cümle yapıları, roman kurgusu ve noktalama işaretleri ile de belli ediyor. Kesinlikle farklı bir yazar okumak isteyenlere tavsiye olunur.

Filme gelince The Descendants dilimize Senden Bana Kalan diye çevrilse de aslında aynı soydan gelenler anlamı taşımaktadır.

2012 yılı En İyi Uyarlama Senaryo Oscar'ı kazanan film Kaui Hart Hemmings'in romanından Alexander Payne, Nat Faxon ve Jim Rash tarafından senaryolaştırılmış. Alexander Payne daha önce de Sideways ile 2005 yılında bu ödülü almıştı. Film, eşi bir tekne kazasında komaya giren Matt King'in, işleri yüzünden ihmal ettiği ailesini karısının bitkisel hayata girmesiyle bir araya getirmeye çalışırken aile içi bir sır ortaya çıkar. Hawai'de yaşayan ve bu sırrı çözmek için kızları ile Kauai'ye giden Matt ailesinden kalan araziyi de ziyaret eder. Aslında çok zengin olmasına rağmen aileden kalan mirası kullanmamak gibi bir düstur edinmiştir ve diğer kuzenleri tarafından arazi satışını gerçekleştirmesi için atanan kayyumdur. Kızları ile yaşadıkları, öğrendiği sır ve aile mirasına duyduğu saygı sebebi ile Matt yeni kararlar alır. Oyunculuk açısından oldukça başarılı olan film özellikle maddiyatın yüceltildiği günümüz dünyasında kanaatkâr olmanın ve kendi emeği ile çalıştığını harcamanın değerini ortaya koyuyor.






12 Mart 2012 Pazartesi

Dokunulmazlar - Intouchables





Soru: Yirmi gün içinde evden sadece doktora gitmek için çıkan ve kendini ilk iyi hissettiğinde yemeğe çıkıp (onda da kocası hastalanarak) eve dönen blog yazarı bu süreyi nasıl geçirir?
Cevap: Televizyondaki bütün sağlık, moda, dekorasyon, yemek programlarını ve sektör tanıtımlarını izler. Kendini toparlamaya başlayınca biraz kitap okur biraz film izler. Hatta bazen öyle güzel bir film izler ki, filmi seçen zevk sahibi kocasına şükran dolu gözlerle de bakmayı ihmal etmez. :)

Dokunulmazlar, Olivier Nakache ve Eric Toledano tarafından yazılıp yönetilmiş 2011 yılı Fransa yapımı  bir film. Küçük Beyaz Yalanlar'dan tanıdığımız François Cluzet, yamaç paraşütü yaparken kaza geçirip boynundan aşağısı felçli ve ultra zengin Philippe'i, Omar Sy ise sekiz yaşında iken, çocuğu olmayan teyzesi tarafından evlat edinilip Senegal'den Paris'in varoşlarına gelip, hırsızlığa karışan Driss'i canlandırıyor. Hayat şartları, tarzları, zevkleri, eğitimleri  aslında arkadaş olmalarına imkân tanımayacak iki insan Philippe'in bir bakıcıya tekrar ihtiyaç duyması, Driss'in ise sosyal yardım alabilmek için iş başvurusunda bulunduğuna dair bir imza almak zorunda olması ile karşı karşıya gelirler. İş görüşmesi sırasında motivasyonun nedir sorusuna verdiği "Earth Wind and Fire" cevabı ve güzel kızıl Magalie'yi gösterince Philippe karşısındakinin diğer bakıcıları gibi sıradan olmadığını anlar. İmzayı ertesi gün alabileceğini söyler, ertesi gün onun için ayrılan odayı ve evin lüksü ile Driss'i işe başlamaya ikna eder. Bundan sonrası iki arkadaşın, iki insanın benzer olmasının hiçbir anlamının olmadığını, ak ve kara gibi farklı olsalar da birbirlerinin hayatlarını nasıl güzelleştirebileceklerini anlatan, insanın en zor sağlık koşullarında bile hayatını paylaşabileceği eğlenebileceği biri varken, tüm dertlerinin küçüldüğünü gösteren, izlerken hiç bitmesin dediğim çok güzel bir film olmuş. Filmin gerçek bir hikâyeden alındığını da söylemeliyim tabi, herkese tavsiye ederim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...